5 Aralık 2014 Cuma

10 YIL ÖNCE ALİ AYDIN KOMEDİSİNİ NASIL TAHMİN ETTİM DERSİNİZ?

KOLLAMA ADINA KOMiKLiK YAPACAKLAR

Lig nasıl olsa bitti ya artık her şey normale (!) dönüyor. Bu arada Beşiktaş camiası isyanda. Herkes bir şekilde açıklama yaparak hakemlere tepki gösteriyor. Ve bu satırların yazarı Turgay Demir, 23 Mart 2004 tarihli Fotomaç'ta yani Galatasaray derbisinden 10 gün önce şöyle yazıyor: "Korkarım bazı hakemler kalan maçlarda Beşiktaş'ı kollama adına bazı komiklikler yapacaktır. Kendilerine göre işi dengelemiş olacaklar, bana göre iyice rezil edecekler!" Bu öngörüm derbide aynen gerçek oluyor. Olimpiyat'ta Ali Aydın sahne alıyor ve iki komik penaltı vererek, Beşiktaş'a istatistik dışında hiçbir faydası olmayan derbiyi kazandırıyor. Öyle hatalar yapıyor ki haftalardır dilim dilim doğranan Beşiktaş'ın konuşacak hali kalmıyor. Tam da istenen manzara bu... Beşiktaş'a yapılanlar bir anda unutuluyor ve siyah-beyazlı yöneticiler hak aramaya kalktıklarında ise hakem Ali Aydın'ın derbide verdiği penaltıları hatırlatılıp "Hâlâ mı hakemlerden şikayet ediyorsunuz kardeşim!" duvarı örülüyor önlerine.

14 Ekim 2014 Salı

200 YILINDA; BU GEMİ BATAR DEMİŞTİK BATTI MI, KARAR SİZİN!






Türk futbolunun son 10 yılı yabancı futbolcular için bir cenneti ifade ederken ülke futbolu ve de ülke ekonomisi açısından bakıldığında bizim kendi adımıza aynı şeyi söyleme şansımız pek yok...
Bu haberde 97-98 futbol sezonundan içinde bulunduğumuz 2006-2007 futbol sezonuna kadar ülkemizde forma giyen yabancı oyuncular değerlendirmeye alınmıştır...

Haberde vurgulanan tüm rakamlar kulüplerin futbol federasyonuna yaptığı resmi bildirimlerdir... Bu rakamlar kulüplerin yaptıkları sözleşmeler karşılığında futbolcuları ödeyecekleri rakamlardır. Yani içinde bonservis bedelleri yoktur. Yine belirtmek gerekir ki sözleşmesi bir şekilde tek taraflı feshedilen futbolculara ödenen tazminatlar da bu rakamların dışındadır... 
Bahse konu on yıl içinde tam bin 184 sözleşme gönderilmiş futbol federasyonuna... Elbette içinde tekrarlar var... Yani bin 184 sözleşme demek, bin 184 futbolcu demek anlamına gelmiyor. Bazı futbolcuların (Sayıları çok fazla değil) bir kaç yıl oynadıklarını hatırlarsak yaklaşık bin civarında futbolcunun son on yılda transfer edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz... 
Dikkatimizi vermemiz gereken bir başka konu ise bildirimlerin garipliği... Örneğin 1997-98 sezonunda ligimizde oynayan toplam 98 futbolcuya sözleşmeleri karşılığı 7 milyon 485 bin 968 dolar ödeneceği belirtiliyor...
Bu rakamın ne kadar gerçekçi olduğunu şöyle anlayabiliriz. O sezon Galatasaray'da Filipescu, Hagi, İlie ve Popescu gibi üst düzey yabancılar oynamaktadır. Sadece onların yıllık kazançlarının ortalama 1 milyon dolar civarında olduğunu düşünürsek kalan 94 futbolcunun 3.5 milyon dolara oynadıklarına inanmamız gerekir. Kaldı ki, aynı sezon Beşiktaş'ta Amokachi, Yankov, Letchkov ve Mrmiç, Fenerbahçe'de Högh, Uche, Moshoeu ve Okacha forma giymektedir.
Dolayısıyla resmi bildirim olan 7 milyon 485 bin 968 dolarlık meblağı en azından 4 ya da 5'le çarpmak zorunda olduğumuzu fark etmeliyiz... 
Net olarak anlaşılacağı üzere burada devletin, biraz da göz yumduğu müthiş bir vergi kaybı söz konusu.
Ancak "kulüpler bizim, devlet bizim" diyerek bunu sineye çekebiliriz, zaten devlet de öyle yapıyor. Dolayısıyla bu çarpıklığı ortaya koyarken kimsenin vergi borcunun peşine düşmek niyetinde değiliz. Amacımız Türk futbolunda yabancılara aktarılan gerçek rakamlara ulaşmak...
Zaten son yıllarda devlet işi biraz sıkı tutup, yabancı oyuncular da dolar ve euro sözleşmeleri konusunda ısrarlı olunca doğal olarak resmi bildirimler gerçeğe yakın hale geliyor.
Bu nedenle özellikle 2004-2005 sezonundan itibaren resmi bildirimlerin katlanarak arttığını görebiliyoruz...
Daha başka bir deyişle şu manzarayı iyi anlamalıyız. 1997-98 sezonundan başlayıp 2003-2004 sezonuna kadar gelirsek yıllık ortalama 100 futbolcuya, yine yıllık ortalama yaklaşık 12 milyon dolar verdiklerini beyan eden kulüplerimiz daha sonra vites yükseltiyor.
Son üç sezonda (2004-2005, 2005-2006,2006-2007) yine yıllık ortalama 100 futbolcuya ,ortalama 80 küsür milyon dolar ödüyorlar...
Yani federasyona yapılan resmi bildirimler yaklaşık dört kat artıyor...
Belki de daha kaliteli oyuncular geldiği için bu böyledir diyorsanız taktir sizin. Belki o dönemde oynayan yabancı futbolcuları hatırlamanıza yardımcı olursak son üç yılla ilk yedi yıl arasında 4 kat fark olup olmadığını daha rahat kıyaslayabilirsiniz.
Ülkemize 1997-98-2003-2004 sezonları arasında gelen yabancılardan bazıları şunlar: Hagi, Filipescu, Popescu, İlie, Vugrineç, Amokachi, Yankov, Letchkov, Musisi, Mapeza, Uche, Okacha, Moshoeu, Del Solar, Moldovan, Dimas, Taffarel, Andersson, Johnson, Lazetiç, Mirkoviç, Rapaiç, Revivo, Jardel, Mondragon, El Saka, Youla, , Lazarov, Dobrovski, Bushi, Cordoba, Guinti, Ronaldo, Nouma, Pancu, Zago, Xavier, Sarr, Yattara, Ahmed Hassan, Geremi, Baliç, Hooijdonk, Luciano, Rebrov, Tomas, Nobre...
Size göre son üç sezonda ligimizde oynayanlarla, son on yılın ilk yedi yıllık bölümünde oynayanlar arasında yüzde 400'lük bir fark var mı?
Boş verelim kafamıza göre hesap yapmaktan ve dönelim resmi rakamlara, hepsini de doğru kabul edelim!...
Bu taktirde dahi karşımıza inanılmaz bir savurganlık çıkıyor...  Bakın ülkemizde bu dönemde yapılan bin 184 sözleşmeye karşılık ödenen toplam para 328 milyon 924 bin 402 dolar...
Bunlar sadece futbolcuların aldıkları...Yine bir örnekle manzarayı ortaya koyalım. 2006-2007 sezonunda kulüplerim 11 sözleşmeye karşılık federasyona yaptıkları resmi bildirim yaklaşık 118 milyon dolar...
Beşiktaş'ın sadece Delgado, Ricardinho, Bobo ve Nobre'ye yaklaşık 15 milyon dolar bonservis bedeli ödediğini aynı şekilde Fenerbahçe'nin Edu, Deivid, Lugano ve Kezman'ı yaklaşık 30 milyon dolar bonservis bedeli ödediğini biliyoruz.
Yani sadece futbolcuya yapılan ödemeyle iş bitmiyor. dolayısıyla on yılda transfer edilen yaklaşık bin futbolcuya ortalama 250 bin dolardan bonservis bedellerini koyarsak (Ortalama rakam bunun çok daha üzerindedir) karşımıza 250 milyon dolar gibi başka bir harcama çıkmaktadır...
Bu dönemde görev yapan yabancı teknik adamlara ödenenleri, sözleşme feshiyle verilen tazminatları da işin içine katarsanız bu ülkenin yaklaşık BİR MİLYAR DOLARININ SON ON YILDA YABANCI FUTBOLCU VE TEKNİK ADAMLARA GİTTİĞİNİ GÖRÜRSÜNÜZ...
İşin ilginç tarafı bine yakın futbolcu arasından giderken para kazandıranlar yani akılda kalacak kadar para kazandıranlar iki elin parmakları kadar bile değil.
Şöyle bir düşündüğümüzde Geremi, Baliç, Okacha, Carew, Filipescu, İlie, Jardel, Anelka ilk akla gelenler. Daha doğrusu kayda değer para bırakıp gidenler diğerleri ya bir şekilde durumu idare edip ülkemizde kaldı ya da büyük çoğunluğun yaptığı gibi bonservisini bedava hatta duruma göre üstüne de para alıp evlerinin yolunu tuttular. 
Şimdi işin bir başka boyutuna bakalım. 2001 şubat ayından bu yana Digitürk kulüplerimize yıllık ortalama 150 milyon dolar kaynak aktarıyor. Bu paranın yaklaşık 55 milyon doları da dört büyük kulüp arasında dağıtılıyor...
Sadece şu son sezonu ele alsak, Turkcell Süper Lig'teki kulüplerin yayıncı kuruluştan aldıkları toplam para olan 150 milyon doların 128 milyon doları bu sezon oynayan futbolcuların kendilerine yapılacak ödemelere gidecek. Bonservislerini hiç hesaba bile katmıyoruz... Kulüplerin gelirleri belli, bu konuda hesabı isteler de şaşıramazlar ama giderler kesinlikle standart değil ve hesabı şaşırmaları çok kolay. Zaten bütün kulüplerin borç batağında olması da bu manzaranın sonucu değil mi?.. Peki gelin bir de başarı tablomuza bakalım. 1997-98 sezonundan şu anda içinde bulunduğumuz 2006-2007 sezonuna kadar yabancı futbolcu teknik adama kaba bir hesapla harcanan yaklaşık 1 milyar dolar karşılığında elimizde uluslararası anlamda ne var derseniz Galatasaray'ın UEFA ve Süper Kupaları var bir de Cim Bom'un Şampiyonlar Ligi'ne en çok katılan takımlar arasında yer alması var... Elbette yabancı teknik adamların ve futbolcuların futbolumuzu geliştirme anlamında katkıları da oldu. Dolayısıyla Milli Takım'ın elde ettiği dünya üçüncülüğünde çorbada onların da tuzunun dolaylı yoldanda olsa bulunduğunu kabul etmeliyiz. Sonuç olarak 1 milyar dolar ve elde işte bunlar...  Tüm bu araştırmanın bize gösterdiği acı bir gerçek var. Türk futbolunda yabancı konusu her açıdan, hem de önüne gelenin vatandaş olmak için bakanlar kuruluna başvurduğu şu günlerde yeniden gözden geçirilmesi bir zorunluluktur... Milli servetin dışarıya akmasının yanı sıra ortaya yatırıma değecek bir başarı çıkmazken kulüplerin, yayıncı kuruluşun her yıl verdiği 150 milyon dolara rağmen borç batağına saplanması bu konuda ne büyük hatalar yaptığımızın en somut kanıtıdır... 
YILLARA GÖRE FEDERASYONA VERİLEN RESMİ SÖZLEŞME SAYISI VE DOLAR BAZINDA TOPLAM RAKAMLAR: 
1997-98 sezonu 
98 sözleşme 7.485.968 (milyon dolar)
1998-99 sezonu 
94 sözleşme 11.703.227
1999-2000 sezonu 
112 sözleşme 9.807.281
2000-2001 sezonu 
125 sözleşme 12.300.098
2001-2002 sezonu 
139 sözleşme 9.428.868
2002-2003 sezonu 
128 sözleşme 16.172.521
2003-2004 sezonu 
115 sözleşme 18.360.622
2004-2005 sezonu 
123 sözleşme 50.817.161
2005-2006 sezonu 
139 sözleşme 75.060.502
2006-2007 sezonu 
111 sözleşme 117.788.154
GENEL TOPLAM : 1.184 sözleşme 328.788.154 milyon dolar...
NOT. her sezon ayrı iki yılın iki ayrı yarısını kapsadığı için kulüplerin bildirimlerinde yer alan dolar, mark ve eurolar her yılın Temmuz ile bir sonraki yılın Haziran aylarının ortalamalarına göre hesap edilmiştir. 



19 Mayıs 2014 Pazartesi

BENFİCA VE F.BAHÇE’NİN KUPA LANETİ!

Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste derler. İster inan ister inanma senin bileceğin iş ama Fenerbahçe’nin Türkiye Kupası’na 29 yıl hasret kalması, Benfica’nın 1963’den bu yana oynadığı 8 finali de kaybetmesi, canı gerçekten yananların ahının yerde kalmadığının bir kanıtı gibi.

Peki hikayeler nedir şimdi gelelim oraya:
Yıl 1983, Fenerbahçe ve Beşiktaş Türkiye Kupası’nda karşı karşıya geliyor. Kadıköy’deki maç 1-1 sona eriyor, rövanşı ise Beşiktaş 2-1 kazanıyor. İlk maçta hakemin beş-altı kişinin olduğu kalabalığa gösterdiği sarı kart sonradan anlaşılıyor ki MEHMET EKŞİ’ye gösterilmiş. Bundan haberi olmayan Ekşi ve Beşiktaş, rövanşta bu oyuncuyu oynattıkları için hükmen mağlup oluyorlar Fenerbahçe tur atlıyor. Beşiktaş o öfkeyle, en iyi oyuncularından olan ve yıllarca Beşiktaş’tan ekmek yemesi muhtemel görünen Mehmet Ekşi’yle yollarını ayırıyor. Ekşi bir beddua etti mi bilinmez ama o kupa Fenerbahçe’nin kazandığı son kupa oldu. Taa ki 29 yıl sonra tekrar kazanana kadar.

BENFİCA HİKAYESİ DE BAŞKA
 Yıllar önce vefat eden efsanevi Macar Teknik Adam Bela Gutmann, 1961 ve 1962 yıllarında 2 Şampiyon Kulüpler Kupasını kazandıktan sonra ücretine zam istediği için Benfica'dan kovulur. Sadece hakkını istediği için kovulmak ağır gelir 2 kez Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kaldırmış olan Macar teknik adama. Gutmann gider ama giderken de Benfica'yı lanetleyen şu sözleri sarfeder: "Dilerim ki, Benfica, 100 yıl boyunca Avrupa Kupası kazanamaz".
Macar Teknik Adamın bu sözleri söylemesinin üzerinden tam 52 yıl geçti ve bu zaman boyunca Benfica son UEFA finali dahil 8 Avrupa Kupası finali oynadı ve hiç birinden zafer ile ayrılamadı. Benfica bu konuda kendi çapında bir çok çaba sarfetti. Macar teknik adamın mezarında dualar edildi, gıyabında özürler dilendi v.s.

Lanet midir değil midir karar sizin

18 Mayıs 2014 Pazar

FB 28, GS 20, BJK 18, GERÇEK SAYILAR BÖYLE!


Fenerbahçe ve Beşiktaş, 1923 yılında resmen kurulan ve aynı yıl FİFA’nın 26. Üyesi sıfatıyla dünya futboluyla birleşen Türkiye’de sayılmayan şampiyonluklarının peşine düşmek zorundalar.
TFF, ilk “Ulusal Şampiyonasını” 1924'de düzenledi; Türkiye Futbol Şampiyonası.

TFF ayrıca 1936-1950 yılları arasında, “Milli Küme” adı altında ulusal şampiyonalar düzenledi. 
Bu şampiyonaya İstanbul, İzmir, Ankara illerinde düzenlenen bölgesel turnuvalarda başarılı olan takımlar katıldı ve lig usulüyle oynandı.

Türkiye Futbol Şampiyonası'nda, Fenerbahçe 3, Beşiktaş 2 şampiyonluk kazanırken Galatasaray bu şampiyonada hiç şampiyonluk kazanamadı. 

Milli Küme liglerinde Fenerbahçe 6, Beşiktaş 3 şampiyonluk elde ederken Galatasaray1 kez şampiyonluk kazandı. 

Özetle  1924-1950 arasında oynatılan, 2 ulusal şampiyonada, Fenerbahçe'nin 9, Beşiktaş'ın 5, Galatasaray'ın ise1 şampiyonluğu var. 
Bugüne kadar bu şampiyonlukyar YOK sayıldı. YOK sayanlar kah, o yıllarda futbol amatördü (Sanki dünyanın diğer ülkelerinde o yıllarda profesyonellik varmış gibi) dediler, kah, “Bazsı seneler iki turnuva aynı anda yapıldı bir yılda iki şampiyon mu olur” mazeretleri ürettiler.
Oysa o yıllarda bizim ligimiz adı geçen liglerdi. Bugün Spor Toto Süper Lig ne ise, o yıllarda da Türkiye Şampiyonası ya da Milli Küme aynı şeydi.
Bu arada bazıları da “O sezonlarda sadece İstanbul, Ankara, İzmir gibi belli illerin takımları liglerde oynuyordu bu nedenle ulusal lig olarak kabul edilemez” diyerek Lefterler’i, Baba Hakkılar’ı boş yere oynamış duruma düşürdüler.
Oysa şu andaki Süper Ligimiz’in ilk 8-9 yılında da sadece İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana takımları oynuyordu.
Yani. Yanisi şu, Türkiye Futbol Şampiyonası ve Milli Küme ile, bugünkü Süper Lig’in ilk 8-9 yılı arasında profesyonellik dışında hiçbir fark yoktur. Üç lig de, dönemsel olarak ütlke genelini temsil yetisine sahiptir ve üçü de dönemine göre ULUSAL liglerimizdir.
İşte bu nedenle Beşiktaş ve Fenerbahçe yıllarca Galatasaray lobilerinin etkisiyle YOK sayılan bu şampiyonlukların peşine düşmeli ve gerçek tablonun Fenerbahçe; 28, Galatasaray; 20, Beşiktaş; 18, olduğunu kabul ettirmelidir.
Aksi halde ülke futbol tarihimizin yarısını yok saymaya devam etmiş oluruz ki, bu da kendi kendimizi inkar etmekle eş anlamlıdır.

Bu arada kimleri YOK SAYDIĞIMIZI MERAK EDENLER aşağıdaki örneklere bir göz atabilirler: 


HAKKI YETEN: (d. 1910, Vodina - ö. 16 Nisan 1989, İstanbul), forvet mevkiinde görev almış Türk futbolcu, teknik direktör ve spor yöneticisi.Baba Hakkı lakabıyla da tanınan Yeten, 1926-1931 yılları arasında Karagümrük'te oynadı. 1931 ile 1948 yılları arasını geçirdiği Beşiktaş'ın tarihindeki önemli isimler arasına girdi.
LEFTER: 1943'te askere gitti, 4 yıl süren askerlikten sonra 1947'de İstanbul'a döndü ve Fenerbahçe kulübüne girdi. Fransa’da 4 yıl oynayan Lefter, 1953-1954 sezonundan itibaren yeniden Fenerbahçe'de top koşturmaya başladı. Aynı sezon, gol kralı olan Lefter, 1964'e kadar toplamda 17 yıl giydiği Fenerbahçe forması altında 400'ün üzerinde gol kaydederek erişilmesi güç bir rekora imza attı.
 

GÜNDÜZ KILIÇ: 1919'da İstanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesi'ne girdi ve futbol kariyerine Galatasaray Spor Kulübü' nde forvet olarak başladı. Futbola ara verip üniversite eğitimi için 1938'de Almanya'ya gitti. Türkiye'ye döndüğünde Ankara Demirspor'da oynadığı 1945-1946 arası hariç, yeniden Galatasaray Spor Kulübü formasını giydi ve iki lig şampiyonluğu yaşadı. 










10 Mayıs 2014 Cumartesi

BU FACİAYI UNUTAMAM BİR GARSON DÜNYAYI YAKMIŞTI!



Şimdi diyebilirsinizki;


Turizm sitesinde böyle facialara ne gerek var. Amacım, yaşanan olaylardan ders almak, deneyimlerden yararlanmak. Zira, gerek eğlence yerlerine girerken gerekse konaklamak için secilen otellerde meydana gelebilecek bir olay anında acil çıkışın nasıl ve nerden yapılacağını önceden kestirmek ve planlamak gerektiğini vurgulamak. Hayatta görülebilecek en kötü manzara yanmış insan cesedidir bu yüzden konuya sadece üç fotoğraf koyuyorum.

21 Kasım 1982 günlerden cumartesi Türkiyenin en iyi polis muhabirlerinden biri olan Bülent Demir'le birlikte gece çalışıyoruz. Her zamanki gibi saat 18:00 işe geldim. Burcumun özelliği o gün içimde büyük bir sıkıntı tedirginlik var. Bülent dedim bugün büyük bir olay olucak, bir kaç saat gecti. Belki 21:00 belki 22:00 oldu, işte oldu dedi. Polis telsizi Nişantaşında freni patlıyan bir aracın evin salonuna girdiğini anons ediyordu. Bu değil dedim, ama gittik olayı fotoğraflarken bunu bırakalım Ataköy'e gidiyoruz dedi. Ulaştırma servisi görevlisi İstanbul Beyfendisi Mehmet Nuri Bey'in aracıyla hızla Ataköy motellerinde yangın anonsuna gitmek üzere ayrıldık. Bir elimle torpito gözünü bir elimle tavanı tutuyorum yani öyle huzursuzum ne çekeceğimi görmeden biliyorum. Geldiğimiz yer daha önceden baruthane olarak kullanılan Ataköy de tarihi taş bir bina olup tavernaya çevrilen bir eğlence yeri, tek çıkışı var.

Kapıdaki tüp gazlı ısıtıcıya kibriti çakan garson tüpün patlıyarak yanmasına, devrilmesine ve dekorların yanarak çıkış kapısını tıkamasına neden olmuştu. Havaya yayılan zehirli gazları teneffüs eden 21 kişi ölmüştü. cesetler bir bir dışarıya çıkarılıyor midesi kalkan itfaiye erleri yerlere çömelip istifra ediyorlar. Yangın geçirmiş tavernaya girdim. Elektirik kesik içersi sıcak buhar ve duman dolu göz gözü görmüyor. Böyle durumlarda soğuktan sıcağa girdiğiniz zaman makineler, flaş ısı farkına anında adapte olamaz terter buğu yapar ve flaş vurduğunuz yerde dumanda kalır arkasını aydınlatmaz, şartlar zordur yani.

Salon cehennem gibi Vedat Çetinkaya'nın yeni olarak tanınan tavernada 21:30 da başlıyan Yeşilova Esnafspor kulubünün geleneksel gecesi bir bölümü alkollü olan davetlileri dışarı çıkamamış oldukları yerde ölüme teslim olmuşlardı. Birşeylerin üzerine basa basa karanlıkta tavernanın en uç noktasına gittim. Orkestra elemanlarının pencereden atlayıp kaçtığı bölümde yerdeki saksafonu alıp masanın üzerine koydum. Bu olayın ismiydi maksimumdan bir anda minimuma inişti. Eğlenirken öldüler fotoğrafıydı. Gercekten de 4 ü kadın 21 kişi savaşta değil eğlenirken ölmüş, tek kapılı tavernadan çıkamamıştı. 30 dan fazla yaralı kapıya hucum edince ezilenler olmuş yaralılar hastahanelere taşınmıştı, duman paniği ölü sayısının daha da artmasına neden olmuştu. Yeşilköy-Bakırköy-Fatih itfaiyesi şok içindeydi ölenlerin yakınları kriz geçiriyordu.Canhıraş çığlıklar atıyordu bina tarihiydi tadilat yapılıp başka çıkış kapısı açılamamıştı, nasıl ruhsat verilmişti konuşulanların arasındaydı.

İstanbul da bulunan İçişleri Bakanı Selahattin Çetiner olay yerine gelmişti onu Vali Nevzat Ayaz, Merkez Komutanı Tümgeneral Kemal Yüksel ve Emniyet müdürü Şükrü Balcı karşılamıştı ve bakan olayın üzücü olduğunu söylemişti. Bld. Bşk. Apdullah Tırtıl buraya nasıl ruhsat verildiğini anlıyamadığını belirtmiş, İtfaiye md. Ali Erdal Yücel de topluca bulunan yerlerde birden fazla çıkış kapısı şarttır, tüplerinde bina dışında bulundurulması gerekir bir çok eğlence yerinin bodrumda olması itfaiyenin müdahalesini zorlaştırdığını belirtmişti.

İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Ulusoy ise bu tip yerlerde ısınma aracı olarak tüp kullanmanın sakıncalı olduğunu vurgulamış. Türk haftası nedeniyle Mısır'da bulunan tavernanın sahibi Vedat Çetinkaya ya yangın faxla bildirilmiş. Gelen cevapta vedat Çetinkaya kimsenin burnunun kanayıp kanamadığını sormuş, geri gönderilen cevapta 21 ölü olduğu yazılınca şok geçiren Çetinkaya hastahaneye kaldırılmıştı.

Gazeteyi tam sayfa yıkmış, tavernada facia başlığıyla bir tanesi 10 sutun, yarım sayfa ve diğer 3 fotoğraflarla birinci sayfayı kaplamıştım. Bu sayfa ile yazı işleri müdürü Seckin Türesay o yıl Türkiye Gazeteciler Cemiyeti yılın en iyi sayfa sekreteri ödülü kazanmıştı ..!

TURGAY DEMİR'İN NOTU:
NOT: O gece Esnafsporlu bir futbolcu olarak bende aradaydım. Rahmetli Tugay Toksöz'ün uyarısıyla sahne arkasındaki bir pencereden dışarı çıkarak hayatta kaldık çok şükür. Yıllar sonra bu bilgileri internette bulunce 30 sene önceyi hatırladım. Büyük bir facia yaşamıştık Allah benzerinden beterinden saklasın.

25 Şubat 2014 Salı

DAİLY SABAH'IN İLK SAYISINDAKİ DEĞERLENDİRMEM


Mahallenin güzel kızı!

Turgay Demir

Bizim futbol mahallemizin dört yakışıklı delikanlısı vardır, bir de aralarına yeni katılan toy bir genç adam. Şampiyonluk denen güzel kadına talip olabilmek diğerlerinin boyunu aşar bizim mahallede. Fenerbahçe, Galatasaray bir parça önde, Beşiktaş hemen arkalarında, Trabzonspor da onun ardındadır şampiyonluk sayılarında. Takibe katılan diğer delikanlı da Bursaspor oldu iki sezon önce.
Böyle bir lig yarışında yeni heyecanlar bulmak, derbiler dışında bir tat yaratmak hiç kolay değildir nitekim bizim başımızın en büyük belalarından biri de bu kısırlıktır. Öncelikle Fenerbahçe-Galatasaray rekabetine endekslenmiştir futbolumuzun geleceği ve tüm “yatırımlar” da buna göre yapılır. Medyanın tavrı, hakemin düdüğü, federasyonun bakışı hep bu rekabet ateşini harlamak adınadır.
Beşiktaş, mahallenin bu iki ağasına kafa tutmayı bir gelenek haline getirmiştir neredeyse, Trabzonspor ise Anadolu’dan gelip İstanbul efelerini yerle bir etmiştir.
Uzun sözün kısası bizim futbol mahallesinde şampiyonluk yarışı denilince, istisnalar hariç akla bu dört takım gelir. Geçen sezon öyleydi, önceki sezon, daha önceki, ondan önceki, daha da önceki v.s
İçinde bulunduğumuz sezon da bu anlamda, tarihe yeni bir not düşme kabiliyetinde değil. Her ne kadar Kasımpaşa, Sivasspor gibi takımlar zirveyi zorlar gibi görünseler de asıl yarış yine Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe arasında. Trabzonspor bu sezon yarışa erken veda etti diyebiliriz. Avrupa’da destanlar yazarken ligde istediği sonuçları alamayan Karadeniz Fırtınası, Mustafa Reşit Akçay’ın yerine Hami Mandıralı’yı göreve getirerek bir anlamda kan değişikliği yaşadı. Bu kan değişikliği hastayı ne kadar ayağa kaldırır onu hep birlikte görürüz ama mevcut durumda şampiyonluk konusunda Bordo-Mavili muhabbet yapmak pek kolay değil.
Ligin ilk yarısında müthiş farklı bir performansla öne çıkan Fenerbahçe devreyi en yakın rakibinden sekiz puan farkla önde tamamlarken, mücadele anlamında destanlar yazarken, futbol kalitesini çok yükselttiğini söylemek mümkün değildi.
Savunmada Caner ve Gökhan Gönül’ün kanat bindirmeleriyle şahlanan Kanarya, ön taraftaki usta ayakları Webo, Emenike ve Sow ile bulduğunu gol yaparak rakipleriyle arasına sıra dağlar koymayı başardı. Kanarya’nın bu performansında dikkat çekici nokta hakem hatalarının genelde lehine tezahür etmesi ve “son dakika” şansının yanında olmasıydı. Antalya, Kasımpaşa, Erciyes başta bir çok maçın son saniyelerinde rakibin değerlendiremediği pozisyonların dönüşünde gol bulan Fenerbahçe sıfır çekebileceği beş maçtan 15 puan çıkardı.
Aynı Fenerbahçe’nin, tüm takımların çok daha sıkı hazırlandığı ve düşme korkusunun rüyaları süslediği ikinci yarıda bu kadar rahat gol bulmasını beklemek hayalcilik olurdu. Nitekim, oynanan dört maçta, iki deplasman mağlubiyeti (Karabük, Sivas) Kanarya’nın eksenini kaydırırken, koşarak gelen Beşiktaş ve Galatasaray’ın da iştahını kabarttı.
Bu manzara nedeniyle şampiyonluk yarışı yeniden başlamış olup bu üç takımın tüm maçlarının final niteliğinde olacağını söylemek gereksizdir beklide.
Fenerbahçe’nin en büyük silahlarndan Sow ve Webo bir ay kadar sahalardan uzak kalacaklar, Galatasaray’ın içsel kavgaları yarışa motive olmalarını biraz zorlaştırıyor gibi, Beşiktaş ise daha dar bir kadro ile iyi motive olmuş durumda. Üstelik fikstür avantajı da Siyah-Beyazlılardan yana.
Bu noktada şunu belirtmekte fayda var, şampiyon olsa bile Şampiyonlar Ligi’ne katılması mümkün olmayan Fenerbahçe yarışı bir namus davası gibi görüyor. Beşiktaş ve Galatasaray ise ikinci olmaları halinde dahi direkt Şampiyonlar Ligi’ne katılacaklarının farkındalar. Onlarınki de başka bir heyecan dolayısıyla. Bu bakışla üç takımın da, kendine göre stresleri ve yine kendilerine göre avantaj ve dez avantajları var. Hal böyle olunca kim şampiyon olur sorusuna net bir cevap vermek mümkün değil. Ancak üç hafta önce herkesin “Şampi..” gözüyle gördüğü Fenerbahçe artık o noktadan oldukça uzakta. 14 puan geride kalınca yarıştan koptu denilen Beşiktaş da tam tersi artık hedefe odaklanmış durumda. Galatasaray ona keza.
Yani… Yanisi şu; son düdük çalmadan, şampiyonluk denen güzel kadının, kiminle nikah masasına oturacağını kestirmek zor. Hatta imkansız.